Bir şiir yazınca ya da bir şiirmi okuyunca bazıları “ Yine döktürmüşsin “ dediklerinde ne diyeceğimi bilmiyorum ama sinir kat sayım tavan yapıyor. Şiirden anlamadıkları belli de sırf bir şey söylemek için “ Yine döktürmüşsün” ne demek…
Sonunda cevabını Michel Angelo’da buldum.
Uzun süre ünlü heykeltraşı izleyen çocuk ortaya çıkan heykeli görünce hayretle: O taşın içinde at olduğunu nerden biliyordun?
Michel Angelo: Heykeller o taşların içinde zaten var, ben sadece fazlalıkları alıyorum, demiş…
Bana şiir için döktürmüşsün diyenler; Ben döktürmüyorum o kelimeler günlük konuşmalarımızda zaten var.. Demire su verilip çelik olması gibi ben o kelimeleri duygu dünyamın fırınlarında ısıtıp, yaşam suyuna batırıyorum şiir oluyor..
Yazıya böyle başlayınca, günlerden pazar da olması dolayısı ile derlediğim kıssadan hisselerle, fıkralarla tebessüm edeceğinize, düşünece kapılarınızın aralanacağına inandığım, kenara not ettiğim alıntılarla mutlu, sağlıklı pazarlar olsun.
“
Nihayet Eylül ayını btiriyoruz, daha önce de yazmıştım, Eylülün tamamını 12 Eylül 1980’den beri sevmiyorum. Tarihe idamlar ve insan hakları ihlalleriyle geçen 12 Eylül 1980 askeri darbesi’ni Kenan Evren’i, idamları, işkenceleri hatırlatır. Sonra 24 Eylül 1996 tarihinde kaybettiğimiz “ Paşa” lakaplı Sanat Güneşimiz Zeki Müren’i…
Beslemeyip asma işlerini bitirip ressamlığa başlayan, yaptığı boktan resimleri 250 milyona satın alan zengin yalakalardan aldığı gazla “ Benim Pablo Picasso‘dan fazlam var eksiğim yok” diyecek kadar kendini ressam zanneden diktatör Kenan Evren, Marmariste karşılatığı Zeki Müren’e sormuş;
“Size niye paşam diyorlar”
Zeki Müren;
“Anlatırım ama darılmak gücenmek yok tamam mı ?” demiş..
“Tamam” demiş, Kenan Evren
Zeki Müren,
“Millet korkusundan, size ibne diyemediği için, bana paşam diyerek deşarj oluyor…”
– Eğer bir gün gücünüzü kaybedersiniz, o zaman size ibne diyecekler, ama ben öldükten sonra da; Paşa olarak anılmaya devam edeceğim.” diye devam etmiş,
Aynen de öyle değil mi…
Diktatör, çakma ressama lanet, sanat güneşine rahmetle..
“
Küçük Moiz ilkokul çağına gelmiş, okulda ilk günün akşamı eve dönmüş.
Annesi: “Oğlum öğretmenin bu gün neler anlattı size bakayım ?” diye sormuş.
Moiz: “Anne, Musa diye bir adam varmış, bir gün Ramses diye biriyle kapışmış, adamlarını alıp kaçmaya başlamış. Kaçmışlar, kaçmışlar bir nehrin kenarına gelmişler. Arkadan Ramses’in ordusu geliyormuş.
Musa hemen cep telefonundan Mossad, Cıa, Ordu, vs.. herkesi aramış. Hemen helikopterlerle askerler gelmiş, nehrin üzerine bir köprü yapmışlar. Musa ve adamları geçmiş.
Ramses’in adamları köprüye girerken savaş uçakları gelmiş, köprüyü bombalamış, hepsi suya düşüp boğulmuş” diye anlatırken, anne:
–“İnanamıyorum !.. Öğretmenin cidden böyle mi anlattı?” demiş…
Oğlan da:
–“Yavv anne, ben sana öğretmenin anlattığı şekliyle anlatsam hiç inanmazsın..”
“
Bir adam çok sevdiği bir kadına şiirler yazıyordu.
Sonra kadın ansızın onu terk etti. Adam kadının ardından şiirler yazmaya devam etti.
Daha çok yazdı. Ve günün birinde çok ünlü bir şair oldu.
Yıllar sonra kadının yaşadığı kente gitti ve büyük bir şiir dinletisi sundu.
Dinleti bittiğinde kadın kolunda kocası ile çıkışa geldi ve adama ”Merhaba” dedi.
Adam ona sıradan bir insana bakar gibi baktı.
Kadın, ‘Beni tanıdın mı ” dedi.
Adam, ”Hayır tanıyamadım” dedi.
”Nasıl tanımazsın! Uğruna şiirler yazdığın kadınım ben, seni şair yapan kadın’ ‘dedi kadın.
Adam kadına baktı ve şöyle dedi:
”Keramet sende olsaydı, kolundaki adam da şair olurdu..
Pablo Neruda
“
Devir, 2. Dünya Savaşı yılları…
Churchill İngiltere Başbakanı…
Özel uçağı, özel arabası filan yok…
Konuşma yapmak üzere taksi ile BBC Radyosu’na gitmiş. Şoföre sormuş:
“Beni burada bir saat bekler misin?”
Karanlıkta Churchill’in yüzünü seçemeyen şoför:
“Maalesef efendim.” Demiş; “Eve gidip, Başbakan Churchill’in radyo konuşmasını dinleyeceğim.”
Churchill bu cevaba çok memnun olduğu için şoföre 100 Sterlin uzatıp “Üstü kalsın” demiş.
100 Sterlin’i gören şoför, sevinçle haykırmış:
“Koymuşum Churchill’e… Emrinizdeyim efendim!”
“
Aracının direksiyonuna geçip kiliseye gitmek üzere yola koyulan rahip yolda yürümekte olan bir rahibeye rastlar. Aracını durdurur ve kiliseye kadar onunla gelmek isteyip istemediğini sorar. Kadın arabaya biner ve bacak bacak üstüne attığında bacaklarının güzelliği ortaya çıkar. Rahibin gözü kayar ve bakayım derken kısa bir süre için aracın kontrolünü kaybeder. Aracı tekrar kontrol altına aldıktan sonra sağ elini rahibenin bacağı üstüne koyar. Rahibe ona bakar ve şöyle der :
“Rahip, 129. ayeti hatırlıyor musunuz ? “
Utançtan kıpkırmızı olan rahip derhal elini çekerek rahibeye özürlerini sıralar. Bir müddet sonra aklı tekrar karışır ve rahibenin bacağına tekrar dokunur vites değiştirme bahanesiyle ve rahibe aynı soru ile karşılık verir:
“Rahip, 129. ayeti hatırlıyor musunuz ?”
Utancından yine kızaran rahip elini çeker ve:
“Af edersin kardeşim insanoğlu zayıf düşebiliyor” der.
Kiliseye vardıklarında rahibe arabadan iner ve tek kelime söylemeksizin, ancak çok manalı bir bakış fırlatarak kaybolur. Rahip aceleyle içeriye koşturur ve bir İncil alarak 129. ayeti açar; 129. ayet şöyle demektedir : “İleriye gidiniz, daha yukarılarda arayınız. Orada güzellikler bulacaksınız.”
“
Amerikalı bilim adamı konferans vermek için geldiği Trabzon’un Hamsi köyünde halk tarafından çok sevilir.
Dönüşte Amerikalıya köylüler bir hediye vermek isterler. Fakat hediyenin ne olacağı konusunda anlaşamazlar.
Sonunda bir toplantı yapmaya karar verirler. İlginç öneriler gelir;
-Bir kasa hamsi verelum… Yerken bizi hatırlasun…
-Meşhur tereyağumuzdan bi paket yapalum…
Derken toplantıyı yöneten Dursun, kalabalığa dönerek;
-Arkadaşlar öyle bir – iki günde yeyup bitureceği hediye vermeyelim… Adama öyle bir hediye yapalum ki eline her alduğunde bizi haturlasın..
Temel kalabalıktan seslenir;
-Sünnet edelum o zaman.
Yavuz Nufel-NHaber.nl
Yine dokturmussun demek cesaretini kendimde bulmadigimdan yine bizleri guldurdun demek istedim pazar sabahi yine ilk is olarak N.haber ile gulerek kalktim Allahta seni guldursun kardesim selamlar