1. Haberler
  2. Haberler
  3. Avrupa’da sosyopolitik değişim ve seçimlerde eksen kaymasına dair bir analiz

Avrupa’da sosyopolitik değişim ve seçimlerde eksen kaymasına dair bir analiz

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Paris Advanced Research Center (PARC) Direktörü Dr. Nevzet Çelik, “Hollanda seçimleri ve Avrupa’da eksen kayması” başlıklı yorumunda “Hollanda seçimlerinin, Avrupa’nın liberal ve demokratik değerlerinin ekonomik zorluklar ve göçmen karşıtlığı gibi faktörlere karşı nasıl bir tavır alacağını belirleme açısından kritik öneme sahip” olduğunu belirterek,  Geert Wilders’ın kazanmasının ardından Avrupa’da aşırı sağın yükselişini ve sosyo-ekonomik nedenlerini AA Analiz için kaleme aldı.

europe 4224216 1280

***

Hollanda seçimleri ve Avrupa’da eksen kayması

Hollanda’da yapılan genel seçimlerde, İslam ve göçmen karşıtı aşırı sağcı Hollandalı popülist lider Geert Wilders’ın Özgürlük Partisi (PVV), 37 sandalye kazanarak birinci parti oldu. 2006 yılında sadece 6 sandalye kazanan aşırı sağcı parti, 2021’deki genel seçimlerde meclisteki toplam 150 sandalyeden sadece 17’sini elde edebilmişti. Wilders, seçim kampanyası boyunca camileri kapatmayı ve Kuran’ı yasaklamayı hedefleyen İslam düşmanlığına, göçmenler ve Avrupa Birliği’ne (AB) karşıtlığına ve iklim değişikliğine dair şüphelere odaklandı. Hollanda’da hükümet, 2010 yılından bu yana sağ muhafazakar liberal parti VVD ve lideri Mark Rutte tarafından yönetiliyordu. Rutte’nin ardından bu yıl parti başkanlığına getirilen Dilan Yeşilgöz, Hollanda kamuoyunda aşırı sağı normalleştirdiğine dair “Yeşilgöz, Wilders için kapıyı ardına kadar açık bıraktı.” şeklinde eleştirilere maruz kaldı. Wilders’in hükümet kurma çabalarına destek verebileceğini söyleyen Yeşilgöz, partinin temel ilkelerine ve demokratik duruşuna aykırı davranmakla eleştiriliyor. [1] Wilders’in hükümeti kurmak üzere güvenoyu alabilmesi için birlikte mecliste çoğunluğu temsil edecek koalisyon ortakları bulması gerekiyor.

– Avrupa’da sosyopolitik değişim

Hollanda, tarihi boyunca diğer Avrupa ülkelerine nazaran daha liberal bir yaklaşım sergileyen, farklı dinlere ve kimliklere demokratik bir şekilde yaklaşan bir ülke olarak biliniyor. Ancak Wilders’ın partisinin birinci gelmesi, Avrupa genelinde liberal bir ülkelerde de sosyopolitik bir değişimin mümkün olduğunu gösteriyor.

Hollanda AB’nin kurucu üyelerinden biri olduğu için Wilders’ın başbakan olması Avrupa’da sağa doğru “derin bir devrim” yaşanabileceğinin sinyalini veriyor. Wilders aynı zamanda Hollanda’nın AB’den ayrılması için “Nexit” referandumu düzenlemeyi amaçlıyor. Toplumun bunun için henüz hazır olmadığını kabul etse de, Hollandalılar için Brexit gibi bir çıkışın ülkenin geleceği açısından daha iyi olacağını düşünüyor. Wilders da tıpkı Marine Le Pen’in Fransa’da yaptığı gibi AB’nin ulusal devletler üzerindeki karar alma süreç ve bürokrasisine karşı çıkıyor. Wilders, Hollanda’nın kendi para birimine, sınırlarına ve kurallarına sahip bağımsız bir ülke olması gerektiğini savunuyor.

Batı Avrupa genelinde, sağa doğru bir kayma ve solun seçmenleri büyük meselelere ikna edememesi konusunda belirgin bir eğilim söz konusu. 2008 küresel mali krizi, 2015 mülteci akını, Fransa’daki terör saldırıları, Kovid-19 salgını ve yüksek enflasyon gibi faktörler Avrupa’nın sağa kaymasında etkili oldu. Bu durum Hollanda gibi dini özgürlükler ve insan haklarında örnek gösterilen bir ülkede bile yaşanan ekonomik zorlukların ve sosyal sorunların aşırı sağcı bir liderin ortaya çıkmasının önüne geçmediğini gösterdi.

Birincisi, satın alma gücündeki düşüş, konut fiyatlarındaki artış ve büyük şehirlerdeki konut sorunları gibi ekonomik faktörler, Hollanda’da orta sınıfın refah seviyesinin düşüşünü beraberinde getirdi. Tıpkı Fransız ve İtalyan toplumlarındaki gibi, Hollanda’da da 1970’lerden 90’lara kadar devam eden refaha duyulan özlem dikkat çekiyor. Ukrayna savaşı ve Rusya’ya yönelik yaptırımların neden olduğu enerji enflasyonu gibi küresel olayların etkisiyle ekonomideki bozulmalar, orta sınıf vatandaşları derinden etkileyerek popülist söylemlerle ulusal kimliğe odaklanan Wilders’ın seçilmesinde etkili oldu.

İkincisi, yine tüm Avrupa’da giderek artan göçmen karşıtlığı politikalarının Wilders’ın seçimleri kazanmasında etkili olduğu görülüyor. Hollanda’da film yapımcısı Theo van Gogh’un 2004 yılında ikinci nesil bir Faslı tarafından öldürülmesinin ardından ülkede Müslüman karşıtı duygular yükselirken artan ekonomik krizlerden ve halkın refah seviyesindeki düşüşten de ülkedeki göçmenler sorumlu tutuluyor. Bu durum popülist politikacıların da göçmen karşıtı söylemlerini artırmasına yol açıyor. Kültürel ve milliyetçi argümanlarla özellikle Müslüman kökenli azınlıkları ülkedeki sorunların kaynağı olarak gösteren sağcı popülist liderler, Avrupa seçmenini etkiliyor. Aşırı sağcı Le Pen’in Fransa’da yüzde 41.5 oy alması, İtalya’da aşırı sağcı Giorgia Meloni’nin iktidara gelmesi ve Almanya için Alternatif (AfD) Avrupa’da sessiz ama derin bir değişim olduğunu gösteriyor. Örneğin, Almanya’da son yerel seçimlerde görüldü ki Saksonya, Thüringen ve Brandenburg’da AfD’nin oyları yüzde 30’un üzerinde seyrediyor ve Almanya’daki bu aşırı sağın yükselişi ülkenin siyasi yapısında da endişe yaratıyor. [2]

– Avrupa memnuniyetsiz

Avrupa’daki aşırı sağın yükselişi, kıtadaki toplumların AB’den ve mevcut yaşam standartlarından giderek daha az memnun olduklarını açıkça gösteriyor. Birlik, büyük şirketlere kolaylık sağlarken, bireyleri ağır bürokratik süreçlerle ve artan sorumluluklarla karşı karşıya bırakıyor. Üye ülkelerden 2008 krizinden çıkış için sağlık bütçelerini kısmalarını talep edildiğinde, Avrupa genelinde görülen önemli sağlık sorunları nedeniyle, özellikle pandemi döneminde, sağlık sisteminin çökeceği öngörülemedi. Yine pandemi döneminde her bir Avrupa ülkesinin bağımsız harekete etmesi ve Kovid-19 salgınıyla [3] mücadelede İtalya’ya yardım edememesi insanların birliğe olan güvenini sarstı.

Ayrıca nüfusun yaşlanması ve emeklilik fonlarının azalması ile yaş sınırlarının sürekli olarak yükseltilmesi, Avrupalıları sokaklara döktü. Fransa’da milyonlarca insan, emeklilik reformu için aylarca protesto düzenledi, ancak istedikleri değişiklikleri elde edemedi. Tüm bu faktörler, Avrupa toplumlarında aşırı sağcı liderlerin yükselişine neden oldu; Giorgia Meloni’nin İtalya’da hükümete gelmesine, Fransa’da Le Pen’in ikinci büyük parti olmasına ve şimdi de Hollanda’da Wilders’ın beklenmedik bir şekilde birinci parti olmasına da zemin hazırladı.

Hollanda’daki siyasi değişim, sadece ülke içinde değil aynı zamanda Avrupa genelinde de önemli bir değişimin habercisi. Wilders’ın başarısıyla Hollanda, İtalya’da Georgia Meloni’nin iktidara gelmesinden bu yana Avrupa’da aşırı sağın liderlik edeceği ikinci ülke olma özelliği taşıyor. Bu gelişmeler, AB’nin uzun zamandır göç ve mülteci konusunda daha muhafazakar bir yaklaşıma doğru kaydığını da gösteriyor. Göç konusunda daha radikal kararlar alması beklenen AB, örneğin 2011’de Suriye’deki iç savaştan kaçan göçmenlere Türkiye’de sağlanan koruma ve haklar konusunda uyarılarda bulunmuştu. Ancak aynı AB kendi kurduğu Frontex [4] ile ciddi insan hakları ihlallerine karşı sessiz kalarak artan aşırı sağın politik isteklerine boyun eğiyor ve kendi temel liberal değerleriyle çatışıyor.

Ayrıca, artan aşırı sağ hareketler, bu ülkelerde yaşayan Türk ve Müslüman toplumlara yönelik saldırıları da artırıyor. Türkiye’nin Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB) [5] 2018’den beri yıllık raporlar yayınlayarak Türk vatandaşlarını hedef alan bu ırkçı ve İslam düşmanı saldırılar hakkında kamuoyunu bilgilendiriyor.

Hollanda seçimleri, Avrupa’nın liberal ve demokratik değerlerinin ekonomik zorluklar ve göçmen karşıtlığı gibi faktörlere karşı nasıl bir tavır alacağını belirleme açısından kritik bir öneme sahiptir. Hollanda’daki siyasi değişim, sadece ülkenin iç dinamiklerini değil, aynı zamanda genel olarak Avrupa’nın geleceğini etkileyecek önemli ipuçları sunuyor. Özellikle önümüzdeki 10 yılda Batı Avrupalıların artan satın alma gücü, konut fiyatları, emeklilik reformları, sağlık sektöründeki gelişmeler Avrupa’nın yönelişini belirleyecek kritik faktörler arasında yer alacaktır.

AB’ye yönelik eleştirilerin başında, Avrupa’nın sorunlarını ele almakta başarısız olduğu ve bu sorunların daha da derinleştiği geliyor. AB’nin mevcut ağır bürokratik yapısının ve merkezileştirmenin bu şekilde devam etmesi mümkün görünmüyor.

AA

Avrupa’da sosyopolitik değişim ve seçimlerde eksen kaymasına dair bir analiz
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir