Beynimin içine sanki ölçüsüz bir ağırlık koymuşlar. Kuyruğuna bant yapıştırılmış kedi gibi yürürken karşılaştığım bir arkadaş, “yorgun musun kahve iç” dedi. Konuşuyor, ama sesler bana gelmeden başka bir yere çarpıyor sanki!
Bir arkadaşımla telefonda konuşmam gerekiyordu, aradım, bir şey anlatacağım ama navigasyon gibi konuşuyorum! O da “sen bi espresso iç mümkünse double olsun” dedi. “Ya” dedim. “Hasta gibiyim , halsiz gibiyim ama uykusuz da değilim her neyse…”
Oturdum ve kahve içiyorum. Ama iç sesim diyor ki çay yok mu çay bugün bayram. Ben iç sesimi sustura durayım. Kahveyi bitirmeden , bardağı düşürüyorum. Sonuç olarak bardak paramparça. Neyse ki ben Kütahyalıyım porselenden anlarım. Bardak yan sanayi.. İçim o kadar acımadı da sadece zamanı geri sarmak istiyorum ve onarabildiğim kadar onarmak istiyorum. Bir an aklıma Japonların yaşam felsefesi haline getirdiği ‘Kintsugi’ tekniği geliyor. Kırılan parçaları bir araya getirmek, onarmak. Aslında onarmaktan ziyade daha da güzelleştirmek. Çöp olayından da kurtulmuslardır sonuç olarak.
Keşke, diyor insan. Keşke, kırdığımız nesneler için geliştirdiğimiz tamir etme tekniklerini kırdığımız kalpler için de geliştirebilsek. Hayat yolunda koşarken, illaki zorluklarla karşılaşıyoruz. Bazen zorlukları aşabilmek adına yanlışlar yapıyoruz, sonra pişmanlık duygusu sarıyor dört yanımızı. Kimi zaman elde olanla yetinmeyi bilmemek, kimi zaman kaybettiklerimiz için dövünmek ve illaki her zaman, kendimizle barışık kalabilmek için bin bir çeşit mazeretler üretmek…
Tıpkı, kırılan bir kahve fincanını onarmayı canı gönülden istediğim gibi; kim bilir kimler, zamanın farklı noktalarında, kırılan bir kalbi onarabilmek için neler yapmıştır! Zaman zaman; hayatın küçücük mutluluklar için kocaman acılara katlanmak olduğunu düşünürüm. İşte bu düşünce, başkalarını anlarken, yargılarken, kızarken, darılırken veya affederken, zihnimi sarıveriyor. Diyorum ki; insanız. Bir yanımız, eline aldığı baltayla ormandaki tüm ağaçları kesecek kadar güçlüyken, diğer yanımız, bir acı sözle, bir sitemkar bakışla kahrolacak kadar ince ve narin….
O halde diyorum kendi kendime; kalp kırığı fincan kırığına benzemez.
İnsanız işte, ne de olsa bir yanımız camda buhar oluşturmaya bile yetmeyecek acı bir sözle darmadağın olacak kadar kırılgan. Tamiri mümkün olmayan kırıklara adayız. Sevdiklerimizin tamir edemeyeceği kırıkların da potansiyel sebebiyiz. Ve keşkelerimiz, işte onlar sanki bizim okuldan aldığımız karnedeki zayıflarımız.
“eğer çekemezsen gülün nazını,
Ne dikene dokun canım, ne dalı incit” demiş şair. Ne de güzel demiş. Hep beraber çıkıp haykırsak şimdi; Saramayacağımız yaraları açmayalım, onaramayacağımız kalpleri kırmayalım desek. Başarabilir miyiz, ne dersiniz!
Özlem Ok – nhaber.nl
Kaleminize yüreğinize sağlık tebrik ederim👏👏
Tebrikler. Eleştirmeyeceğim
Çünkü düşünmek kolay yazmak zordur
Hocam teşekkür ederim.