Prof. Dr. Haluk Songur Hollanda’da görev süresi dolduğu için Türkiye’ye dönüyor.
Haberi aldığımda ne diyeyim ki, “yolu açık olsun” dedim. Sonra bir başkası aradı. “Abi, Haluk beyin arkasında bakalım ne yazacaksın, şunu, bunu yazmadın” diye söz girdi ve Türkiye’de çıkan bazı haberlerden söz ederek “o konulara hiç girmedin” dedi…
Girmem, çünkü beni aşar, çünkü bilgi belge olmadan, dedi/ dediler/ diyorlar/ yazdı/ yazıyorlar ile eleştiri olmaz.
Ama yazacağım bir kaç şey var tabi, hem gidenlerin ardından daha önceki yazılarımı okuyanlar için hem de Haluk beye ufak bir gönderme borcum olduğu için!
2020 yılının Ekim ayı idi. “Mustafa Ünver’den boşalan ve iki yıla yakındır Din Hizmetleri Ataşesi Dr. Ali Parlak’ın vekalet ettiği Lahey Din Hizmetleri Müşavirliğine Prof. Dr. Haluk Songur atandı.” cümlesi ile başlayan haberler Hollanda Türk Medyası’nda arzı endam etmişti.
Ve altında şu soru:
Prof. Dr. Haluk Songur kimdir?
Bu sorunun cevabı hem burada hem de Google’da arayınca hep 1992 ile başlıyor.
Önce şaşırdım ve ben de aradım, arkadaşlarda Google danışmışlar ve çıkan sonuç hep aynı. “1992 yılında Uluslararası İslam Üniversitesi, Hukuk ve İslam Hukuku Bölümünden mezun oldu. Yüksek Lisansını 1995 yılında Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. İslam Hukuk Bilim Dalında, Doktorasını 2001’de Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Bölümünde tamamladı.”
Demek ki “Haluk bey doğum günü olarak Üniversiteyi bitirdiği tarihi benimsemiş” dedim. Eğer öyle ise çok güzeldi.
Hissettiğim, göründüğüm yaştayım, doğum tarihimi bilseniz ne olacak, diye düşünüyor da olabilirdi.
Geldi görevine başladı, bir kaç ay sonra ilk el sıkışmamızda / tanışmamızda kendisine çok şık giyindiğini söyledim.
Ne demiş büyüklerimiz: İnsanlar kıyafetleri ile karşılanır fikirleri ile uğurlanır.
Daha sonra çeşitli etkinliklerde, iftarlarda karşılaştığımızda her seferinde giyimi üzerine ( sanki modacıymışım gibi ) güzel sözler söyledim, iltifat ettim, o da yazılarımı okuduğunu söyledi ayak üstü.
Bir kez bir arkadaşın bir etkinliği için randevu alıp makamında ziyaret ettik. Benim gitme nedenim hem arkadaşın ricası ile ona yol arkadaşlığı yapmak, hem de son çıkan kitabımı ( HİÇ ) takdim etmekti.
Randevumuza zamanında gitmemize rağmen, daha bir çay bile içmeden 15 dakika sonra bir toplantıya gireceğini söyledi.
“ Uzatmayın ona göre kalkın gidin” dercesine. Oysa bize randevunuz 15 dakika denmemişti. Bu 15 dakikalık randevu ile ben şok şok…
Arkadaş anlattı davet etti, Haluk bey etkinliğin olduğu gün Hollanda’da olamayacağı için katılamayacağını söyledi.
Normal, bir sorun yok; bu arada sık sık saatine bakıp “ Bir çay içecek vaktimiz var” dedi.
Bu arada ben de çaylar gelene kadar, kitabımı imzalayıp verdim ve herkese söylediğim sözü söyledim: Bir daha ki karşılaşmamızda sorarım Haluk bey, okudunuz mu, sizi etkileyen şiir oldu mu vs. Bu arada çaylar geldi, biz çayları karıştırırken o da kitabın sayfalarını karıştırdı.
Çaylar bitti, süremiz dolmuş olmalı ki ayağa kalktı, hadi naş naş demedi tabi, doğruya doğru. Biz de kalktık bizi yolcu ederken; “Şiirlerinize şöyle bir baktım, İsmet Özel havası var gibi dedi.
Beynimden kaynar sular dökülür gibi oldu, aklıma gelen anektodu söyleycek zamanda yoktu.
Aha da buradan yazıyorum:
Bir gün bir gazeteci Necip Fazıl Üstada gelir ve der ki; “ Üstadım, Fransa’dan bir gazeteci geldi, iki Türk şairi ile röportaj yapacakmış”
Üstad kendinden başka şair olabileceğini düşünmediği için, her ne kadar Nazım’a şairliği için “Seni bana bıraksalar önce asar sonra mezarının başında gelir ağlarım “ diyerek şairliğini övmüş olsa da kendine bilgi getiren şahısa, “İkincisi de mi varmış! Öteki kim?” demiş…
Bu anekdotu bizzat üstadın bankacı yeğeninden duymuştum Alanya’da…
Salağa yatıp, bir şeyler söylemek de bana yakışmaz, İsmet Özel’in hakkında girmek olurdu.
Sanıyorum hani her Gurbetçi biraz şairdir ya öyle zannetti ve İsmet Özel ismini kullanarak beni önere etmek istemiş de olabilir.
Üç yıllık görev süresinde belki toplam 20 kez karşılaşıp “nasılsınız, iyi misiniz, yine çok şıksınız, teşekkür ederim, yazılarınızı okuyorum” kelimeleri haricinde sohbetimiz, olmadı ki… Hatta hep aklıma gelmesine rağmen şiir konusuna özellikle girmedim, çünkü kendimi iyi tanıyorum!
Hollanda’dan giderken haklarında övgü ile söz ettiklerimiz de oldu, ( Yusuf Kalkan, Bülent Şenay) yerden yere vurduklarımızda ( Arif Soytürk ).
Şimdi ben kalkıp Haluk Songur hakkında ne yazayım…
Evet elbisesi ile karşıladık ama fikirleri ile uğurlayacak kadar sohbetim olmadı, bilgim yok.
Hep söylüyorum, bir insan işinden ve eşinden ayrılınca belli olur.
Atanmışlar için de derler ki, geldiğinde değil gittiğinde belli olur.
Haluk bey Hollanda’dan gittiğinde arkasından İnşallah güzel şeyler söylerler.
Kötü şeyler de söylense de itibar etmem, çünkü bizim insanımızın bir kısmının huyudur, canı çıkmadan huyu çıkmaz. Gidenin arkasından iyi konuşmamayı ilke edinmişlerdir.
Konuşacağınız bir şey eğer vardıysa ya burada olduğu süre içinde konuşacaktınız ya da ebedi susacaksınız.
Yazının finalini şu cümleyle bitirmezsem “ Yazmasam olmaz”a yakışmaz:
Güle güle Profesör Haluk bey, Profesör olmuşsunuz hatta ordinaryüs bile olabilirsiniz, ama şair olamazsınız, şiirde İsmet Özel’den ileri gidememişsiniz.
Yavuz Nufel-NHaber.nl