1. Haberler
  2. Haberler
  3. Başkonsolos Ersoy, konuşması ile davetlilleri Çanakkale’nin 109 yıl öncesine götürdü

Başkonsolos Ersoy, konuşması ile davetlilleri Çanakkale’nin 109 yıl öncesine götürdü

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Başkanlığını Ramazan Kaya’nın yaptığı TNOP ( Hollanda Türk Yatırımcılar Platformu ) Çanakkale Zaferi’nin yıl dönümü 18 Mart 2024 tarihinde verdiği iftara Çanakkale Zaferi damga vurdu.

Kutlu zaferin 109. Yılında T.C. Amsterdam Başkonsolosu M. Burak Ersoy’un yüreklerin bam teline dokunan, davetlilere Çanakkale ruhunu yaşatan konuşmasının tam metni:

Bugün 18 Mart.

18 Mart’lar bize hem tarihimize altın harflerle yazılan Çanakkale Deniz Zaferi’nin 109. Yıldönümünü, hem mukaddes vatanımız için canlarını seve seve feda eden ecdadımızı hatırlama vesilesi sunuyor.

Çanakkale Zaferi; dünya tarihinde bir dönüm noktasının yaşandığı, güç dengelerini tamamen değiştiren önemli bir milattır.

Çanakkale’de verilen kahramanca mücadeleyle Türk milleti tarihin akışı üzerinde bir kez daha belirleyici rol üstlenmiştir.

Afbeelding van WhatsApp op 2024 03 19 om 10.02.58 0611bdfb

Kurtuluş Savaşımızın ilk meşalesi tutuşturulmuştur.

Çanakkale, yüce Türk Milletinin Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kahramanlık ve fedakarlıklarının doruk noktasına ulaştığı bir prestij ve azmin mücadelesi olmuştur.

Bir milletin tarih sahnesinden silinmek istendiği ve bir milletin yeniden millet olduğu yerdir.

1915’e gittiğimizde, tarihte yolculuk yaptığımızda İngiliz ve Fransızlar donanmalarını Boğazlara yönlendirdiklerinde, Türk ordusunun derhal teslim olacağını hesaplamış, payitahtın başkenti İstanbul’a çok hızlı şekilde ulaşmayı hayal etmiştir.

Ancak, eldeki hesap ne mutlu ki çarşıya uymamıştır.

Kahraman ordumuz Birinci Dünya Savaşı’na güçlü bir zaferle nokta koymak isteyen İngiliz ve Fransız donanmalarına karşı, Çanakkale Boğazı’nda aylar boyunca devam eden bir dizi deniz ve kara savaşı yapmıştır.

Afbeelding van WhatsApp op 2024 03 19 om 10.02.58 73487fea

Türk Ordusu’nun Çanakkale’de vermiş olduğu bu büyük mücadele; Türk savaş sanatının uygulanış tarzı ile de hatırlanmaktadır.

Deniz savaşlarında elde edilen zafer bunun en güzel örneğidir. Konuşmamda biraz bu veçhenin üzerinde durmak isterim.

Müttefik donanma; ateş gücüne, teknolojisine ve zırhlarının dayanıklılığına fazlaca güvenmiş, Osmanlı’nın ateş gücünü küçümsemiştir.

Osmanlı kurmayları eldeki eski model gemilerin toplarını söküp karadaki mevkilere yerleştirmiştir.

Donanma topçusuna hedef tespiti yapacak balon ve uçakların başarıyla engellenmesi, sahte top mevzileri ve hedefler oluşturulması netice vermiştir.

Kurmaylar menzil sorununu çözecek bir strateji izlemiş, ateş gücünün tükendiği kanısını oluşturmuş ve düşman donanmayı aldatarak boğazın içlerine doğru çekmiştir.

Osmanlı topçusunun menziline giren müttefik donanma menzil üstünlüğünü kaybetmiştir!

Donanmalarını daracık bir boğaza hapsetmişler, bir tuzağa çekilmişlerdir.

Bu durumun son ana kadar farkına varamayan müttefik donanma komutanlığı, aniden karşılaştıkları yoğun topçu ateşi ile şaşkına dönmüşlerdir

Ateşe karşılık verebilmek için manevra yapıp ateş düzeni almaya çalışmışlardır.

Türk kurmayları Karanlık Koyda böyle bir manevra yapılacağını önceden öngörmüştü.

Neticede düşman gemileri bu koya Nusret Mayın Gemisi tarafından gizlice döşenen mayınlara çarparak battı.

Afbeelding van WhatsApp op 2024 03 19 om 10.08.16 c0c5c10b

Çanakkale Savaşlarının denizle ilgili kısmı, 18 Mart 1915 tarihinde, düşman gemilerinin geri çekilmeleriyle, Türk topçusu karşısında ağır kayıplar vermesiyle sonuçlandı.

Çanakkale boğazını gemilerle geçemeyeceklerini anlayan İngiliz, Fransız, Avustralya, Yeni Zelanda ve diğer bazı sömürge ülkelere ait Anzak adı verilen askeri güçler, karadan çıkarma yapmaya başladı.

Donanmanın yüksek ateş gücü sayesinde Osmanlı kuvvetlerinin sahile yaklaşamayacağını, bir çıkarma operasyonunun kolay olacağını düşündüler.

Bu müttefiklerin ikinci büyük yanılgısıydı!

Osmanlı güçleri kıyı şeridine yapılan çıkarmayı önlemeye çalışmadı.

Böyle bir önleme gayretinin donanmanın uzun menzilli ve yoğun topçu atışı karşısında çok büyük kayıplara neden olacağını önceden kestirmişlerdi.

Çıkarmayı komuta eden subayların vurularak etkisiz hale getirilmesi ve bu sayede çıkarma yapan askerin başsız kalarak dağılması hedeflendi.

Bu strateji mükemmel işledi ve karaya ulaşan müttefik askeri kendilerini komuta edecek, hatta harita okuyabilecek kimseyi bulamadı.

Bu nedenle, bulduğu ilk korunaklı yere kendini atıp canını kurtarmaya çalıştılar. Böylelikle kıyı şeridine sıkışmış oldular.

Artık yüksek tepelere mevzilenmiş Osmanlı güçleri karşısında açık hedef durumundaydılar.

Bu noktadan sonra savaş, birbirine çok yakın siperler arasında geçen yoğun bir harp şekline dönüştü.

Düşman kuvvetlerinin Seddülbahir, Arıburnu, Anafartalar ve Conk Bayırında gerçekleştirdikleri taarruzlar püskürtüldü.

Karşı taarruzlar başarıyla neticelendi.

Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmek zorunda kaldı.

Müttefiklerin o devrin çıkarma teknolojisinin kısıtlı imkânlarını ve Çanakkale Boğazı’nın coğrafi yapısını dikkate almayan stratejileri kara harekâtında da yenilmelerine yol açtı.

Türk kurmay zekâsı ikinci kere savaş alanını belirledi ve bu kez de savaşı kazandı.

Bu savaşta büyük bir kurmay aklın ürünü olan stratejiler çarpıştı, alışılmadık, görülmedik teknolojik uygulamalar, kişisel fedakârlık ve kahramanlıklar, savaşın seyrini değiştirdi.

Anadolu’dan, Tuna ve Meriç boylarından, Gümülcine’den Kırcaali’den, Manastır’dan, Bakü’den, Batum’dan, Şam’dan, Deyrüzzor’dan kopup gelen nice ana kuzuları Çanakkale’de omuz omuza mücadele etti, burada gözlerini kırpmadan vatan belledikleri topraklar için şehit oldu.

Çanakkale’de zafere ulaşan kahraman askerimiz, bu mücadelenin sonunun şehitlik mertebesine ulaşmak olduğunu büyük bir asalet ve tevekkülle kabullenmişti.

Bunu gösteren bir anıyı nakletmek isterim:

Kirte (Alçıtepe) muharebeleri sırasında bölükler arka siperlerde hücum sıralarını bekliyordu.

Asker süngü takmış siperden fırlamak için hazırlanıyor, bir yandan da dualar okuyor.

Bu esnada ön siperdekiler ileri fırlamış düşmanla göğüs göğüse çarpışıyor.

Yüzbaşı hücum için emir bekliyor, ancak bu emir bir türlü gelmiyor.

Yüzbaşı erlere seslenir: “Yavrularım… Aslanlarım…     Biraz sonra Cenab-ı Rabb’ül Alemin huzuruna varacağız. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için, hem de vakit varken, kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım… Kabe karşımızda”.

Askerler bu emir üzerine büyük bir sükunetle cenaze namazına durdular.

O gün yapılan hücumda kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabildi.

Türk milleti işte bu ruhla gelen Çanakkale zaferiyle, arka arkaya gelen acı olayların tesiriyle kaybettiği özgüvenini yeniden kazandı.

Bir milletin tarihte bıraktığı iz, o milletin kazandığı büyük zaferler kadar yaşadığı derin acılarla ilgilidir.

Aziz milletimiz asırlardır çok engin ve derin bir coğrafyada çok köklü tarihi tecrübelerle birçok şehidi toprağa vermiştir.

Türkiye olarak şehit olan ecdadımızın hatırasını dünyanın dört bir yanında yaşatıyoruz.

Myanmar’dan Almanya’ya, Yemen’den İtalya’ya, Japonya’dan Mısır’a 33 ülkede 89 şehitliğimiz mevcut.

Katledilen Türk Diplomatlar unutulmadı

Mensubu olduğum Dışişleri Bakanlığımızın da tarihi acı hatıralarla ve şehitlerle doldu.

Biz 18 Mart’larda yurtdışında görev yaparken Ermeni terör örgütü ASALA ve diğer terör örgütlerince katledilen Türk diplomatların hatırasını da yad ediyoruz.

1973 yılında rahmetli Mehmet Baydar ve Bahadır Demir’i hedef alarak başlayan hain saldırılarda 41 şehidimizi toprağa verdik.

12 Ekim 1979 tarihinde dönemin Lahey Büyükelçisi Özdemir Benler’in oğlu, Ahmet Benler de ASALA terör örgütünce Lahey Büyükelçiliğimize 100 metre mesafede şehit edilmişti.

Son olarak ülkemizin yaşadığı deprem felaketlerinde, birisi Büyükelçi iki mensubumuzu kaybetmenin acısını yaşadık.

Aziz hatıraları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

Şehitlerimizi anarken “Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber” ve “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ, Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!” dizelerini kaleme alan Milli Şairimiz Mehmet Akif’e değinmek icap eder.

Mehmet Akif Ersoy, sadece bir şair değil, aynı zamanda bir düşünür, bir vatansever ve bir ilham kaynağıdır.

Eserleri, Türk milletinin milli ve manevi değerlerini dile getirirken, toplumsal sorunlara da duyarlı bir şekilde yaklaşmıştır.

Onun en ünlü eseri olan İstiklal Marşı, Türk milletinin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin sembolüdür.

Mehmet Akif, bu eseriyle Türk milletinin direniş ruhunu ve vatan sevgisini en güzel şekilde anlatmıştır. İstiklal Marşı, milli mücadele döneminde Türk milletinin ruhunu yansıtan bir anıttır.

İstiklal Marşı’nın kabul edilişinin 103. yıldönümünde, Mehmet Akif Ersoy’u ve bu büyük eserini bir kez daha minnetle anıyoruz.

Özgürce yaşadığımız her karış toprağın diyetini kanıyla ve canıyla ödeyen aziz şehitlerimiz, Millet olarak var oluşumuzun, birlik ve beraberliğimizin ve vatan sevgimizin de ölümsüz kahramanlarıdır.

Şehitleri unutturmamak asli görevimiz olmalıdır.

Bu duygularla, bizlere bu büyük zaferin gururunu armağan eden, başta Ebedi Başkomutan Mustafa Kemal ATATÜRK ve onun silah arkadaşları olmak üzere; Türk ordusunun kahraman mensuplarını, onu her şeyiyle destekleyen aziz Türk Milletini ve vatanları uğruna hayatlarını feda eden bütün şehitlerimizin aziz hatırasını bir kez daha rahmet ve şükranla yad ediyorum.

 

Ruhları şad olsun!

NHaber.nl

 

 

Başkonsolos Ersoy, konuşması ile davetlilleri Çanakkale’nin 109 yıl öncesine götürdü
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir