Hollanda Türk Toplumu’nun Kulsan Vakfı’nda yaptığı çalışmalarla yakından tanıdığı Veronica Divendal bir Türk romanını daha Hollandaca’ya çevirdi.
Türkolog çevirmen Veronica Divendal’ın Ahmet Altan’ın romanı Hayat Hanım Mevrouw Hayat adı ile raflardaki yerini aldı.
Daha öncede Orhan Pamuk’un kitaplarını, Nazım Hikmet, Ahmet Arif şiirlerini Hollandalı okurlar için çeviren Veronica Divendal, Kulsan Vakfı’nın organize ettiği konserlerde de seslendirilen eserleri Hollandacaya çevirmiş, Hollandalı sanatseverlerin Türk Edebiyatını, müziğini yakından tanımaları için önemli çalışmalara imza atmıştı.
Hayat Hanım Romanı hakkında:
*******************
(Not: Bu tanıtım yazısı Funda Demir imzalıdır ve politikyol.com sitesinden alıntılanmıştır)
Edebiyatçılığının yanı sıra yıllarca gazetecilik yapmış olan, romanlarıyla da tanıdığımız Ahmet Altan’ın 2021 yılında yayımlanan Hayat Hanım adlı eseri, 2021 Femina Yabancı Roman Ödülü ve 2021 Transfuge En İyi Avrupa Romanı ödülü sahibidir.
Romanda üniversite öğrencisi Fazıl’ın büyüme sancıları anlatılır. Onu büyütecek esas olaylar babasının ölümü ve âşık oluşudur. Varlıklı bir yaşamdan ani bir şekilde yoksul bir yaşama geçmesi ise kurmaca karakter Fazıl’ın kişisel gelişim ve dönüşümünde katalizör etkisi yaratır. Romanın ilk sayfalarındaki şu satırlardan, onun içinde bulunduğu ekonomik koşullar okunacaktır:
“… Bir arkadaşımla paylaştığım üç odalı geniş salonlu evin kirasını ödemem artık mümkün değildi…Birkaç parça giyim eşyasını ayırdıktan sonra bütün elbiselerimi, kitaplarımı, telefonumu, bilgisayarımı, başıma gelenlerden intikam alır gibi anlamsız bir hırsla çok ucuz fiyatlara eskicilere satıp odaya yerleştim…”
Bahsi geçen oda, toplumun ötekileştirdiği insanların yaşadığı bir handaki kiralık odaların biridir. Fazıl’ın adeta yeni ev arkadaşları olan han sakinleri: “Şair” denilen genç bir adam, Gülsüm adında bir travesti, bir bodyguard, Emir ve beş yaşındaki kızı Tevhide, Afrikalı çanta satıcısı Mogambo. Ortak kullanılan mutfakta yemeklerini, yalnızlıklarını, acı ya da umut dolu sohbetleri en çok da yoksulluklarını paylaşır bu insanlar. Her şeye rağmen yaşama bir ucundan tutunmuş insanlardır hepsi, son olarak korku girer handan içeri ve içlerinden birini alıp götürür; onun yerine ise bir başkasını hayat hazırlamaktadır. Sıradan bir genç insan, kendi umutlu dünyasındaki çatlaklardan nüfuz eden korkuya rağmen engellenemez bir sorumluluk duygusu ile geleceğine yön verecektir.
Fazıl’ın tıpkı yaşadığı han gibi figüranlık için gittiği yer de mitolojik anlamda yeraltına ait bir dünyadır. Fazıl orada tanıştığı Hayat Hanım adındaki kadınla kısa süre içinde aşk yaşamaya başlar. Fazıl karakteri açısından bir erkek olarak cinselliğini yoğun bir şekilde hissettiği ve yaşadığı bir ilişkidir. Peki, kimdir bu Hayat Hanım? Geçmişi karanlık biri midir? Mitolojiye meraklı Fazıl, romanın bir yerinde onu tanrıça Hekate’ye benzetir, kendisini de Oidipus’a.
Edebiyat fakültesinde okuyan Fazıl, kendisi gibi edebiyat öğrencisi olan Sıla ile tanışır. Ortak geçmiş, benzer koşullar ve ortak zevkleriyle yakınlaşan iki genç arasındaki arkadaşlık aşka dönüşür. Peki, bu aşk nasıl bir aşk olacaktır? Sıla açısından bunun hesaplı ve beklentili bir aşk olma ihtimalini bilen Fazıl bu aşka sahip çıkabilecek midir?
Sıla karakteri babasının eski şoförü Yakup’tan hiç hoşlanmasa hatta küçümsese de onun arabasının arka koltuğunda oturmaktan rahatsız olmaz çünkü babasının yeridir o arka koltuk. Sıla karakteri mitolojik anlamda babasının kızıdır ve yerin üstüne aittir. Yakup karakteri ise birden bire sınıf değiştiren insanlardandır, kolay yoldan para kazanmaktadır ve okur üzerinde gerilim yaratır.
Ne istediğini bilen ve bunun için gereken cesarete sahip olan Sıla karakteri geleceğini öyle planlamalıdır ki sevdiği parfümü alabilmeli ve keyifle çikolata yiyebilmelidir. Bir alışveriş merkezinin otoparkındaki gözyaşları gerçektir, Yakup gerçektir, ailesinin yeni şartları gerçektir. Peki, Sıla bu gerçeklerin yerine romantik duyguları koyabilecek midir?
Fazıl’ın her iki kadınla, aynı dönemde, yaşadıkları aşk sözcüklerinin esaretinden sıyrılmış bedensel ve zihinsel süreçleri olan ilişkilerdir. Antropoloji meraklısı, belgesel izlemekten zevk alan, deniz ürünleri yemeye bayılan Hayat Hanımın kollarından, edebi zevkleri kendisininkiyle aynı üstelik genç ve güzel Sıla’nın kollarına giden Fazıl’ın iki aşktan birini seçme şansı olacak mıdır? Sevdiği kadınları aldatmış, üstelik gizleyememiştir. Peki, bu durumda kendi ahlâkını sorgulayacak mıdır?
Romanın protagonisti Fazıl, sevdiği kadınları aldatmış, üstelik gizleyememiştir. Peki, bu durumda kendi ahlâkını sorgulayacak mıdır?
Romandaki en önemli nesne yıkılacak olan Sahaflar Çarşısı’ndaki yaşlı bir sahafın Fazıl’a hediye ettiği August Sander’ın 1914’te çektiği ‘Dansa Giden Genç Köylüler’ fotoğrafının bir resmidir. Odasındaki duvara astığı bu resim tıpkı satmaya kıyamadığı mitoloji kitabı kadar değerlidir. Bunun dışında, karakterimizin içinde bulunduğu koşullar düşünülürse o resimdeki adamlara benzetilebilir. Romanın tam ortasında Sıla’nın resimdeki üç köylüyü tasviri ve Fazıl’ı tasviri şu satırlardan okunur:
Güvenli ve konforlu bir ortamın dışına çıkan ve sahip olma içgüdüsünü içinde barındıran yakıcı duygularla tanışan biri ahlâklı olabilir mi ya da kalabilir mi?
“…Öndeki tam bir kont gibi duruyor, dedi, ortadakinde de bir asilzade havası var. En arkadaki tam bir bitirim… En tecrübelileri o gibi…Ortadaki biraz seni andırıyor gibi sanki, senin kaşların daha kalın ama…
Resme biraz daha baktı:
-Dudakların daha güzel…”
Okulda Nermin Hanım’ın edebiyat, sanat ve özgürlüğe yönelik zihin açan fikirlerin konuşulduğu dersleri Fazıl’ı hayli meşgul eder. Kaan Bey’in derslerinin birinde klişe ve tesadüfler ile ilgili düşünceleri Fazıl’ı sanatta gerçeklik ve özgünlük üzerine düşünmeye iter. Okul hayatı Fazıl için mitolojik anlamda aydınlığı ve yerin üstünü temsil eder, okur açısından bir merak unsuru olarak şu soru önemlidir: Okul romanın sonuna kadar günışığında kalmayı başarabilecek midir?
Edebiyat, aşk, mitoloji, antropoloji ve yaşadığı hayatın gerçekleri bir araya gelerek Fazıl’ı sentezler üretmeye ve karar almaya zorlar. Romanın son sayfalarında tesadüf ve klişeler üzerine düşünceleri şu satırlardan okunacaktır:
“…Bütün klişeler insanı paramparça eden gerçekleri barındırıyordu içinde. İnsanlar klişelerle yaşayıp, klişelerle acı çekiyor, klişelerle ölüyorlardı…Ne zaman doğacağın, ne zaman öleceğin, kime aşık olacağın, kimden ayrılacağın, kimi özleyeceğin, ne zaman korkacağın, yoksul olup olmayacağın ise tesadüftü…Tesadüflerin çizdiği kaderimiz, başımıza gelenlerin bir klişeler serisi olduğunu görmemizi engelliyordu. Klişelere isyan etmek çık anlamsız olduğu için tesadüflere isyan ediyorduk, ‘neden ben’, ‘neden o’, ‘neden şimdi’ demek daha anlamlı geliyordu…”
Güvenli ve konforlu bir ortamın dışına çıkan ve sahip olma içgüdüsünü içinde barındıran yakıcı duygularla tanışan biri ahlâklı olabilir mi ya da kalabilir mi? Okurun üzerinde düşünmesi gereken esas soru belki de budur…
*******************
nhaber.nl