Almanya’da hukuk eğitimi alan Türk kökenli başörtülü avukat Selma Öztürk Pınar:
yaşadığı ayrımcılığı anlattı: “AİHM’in başörtülü bir hakimi asla kabul etmeyeceği kanaatine biz o zaman varmıştık. Nitekim teyidini de aldık. İnsan haklarını en fazla anlatan, kimlikten, özgür iradeden bahseden bir Avrupa topluluğu, başörtülü bir kadının hür iradesiyle verdiği karara gelince, insan hakları sınırı, hoşgörü ve anlayışı bitiyor” dedi.
Almanya doğumlu Türk avukat Selma Öztürk Pınar, Almanya’da ilk kuşak Türk göçmenlerin maruz kaldığı ayrımcılığa ilişkin, “Her zaman daha iyi olmamız gerekiyordu. Her zaman kendimizi ispatlamanız gerekiyordu. Biz bu ayrımcılıkla bir şekilde mücadele etmeyi başardık ama emin olun mücadele edemeyen çok gencimiz de vardı.” dedi.
Almanya’nın Hannover kentinde 1978’de 4 çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelen avukat Selma Öztürk Pınar, AA muhabirine, Almanya’da eğitim ve iş hayatında Türk ve Müslüman kimliği nedeniyle maruz kaldığı ayrımcılığı anlattı.
Pınar, ailesinin Türkiye ve Almanya arasında 1961’de imzalanan işgücü anlaşmasıyla Almanya’ya göç ettiğini belirterek, “Bizler Almanya’da doğup büyüyen ilk nesildik. Orada okullara giden, üniversitelere giden, ilk nesil olduğumuz için işçi tayfanın dışında sosyal hayatta Türkleri veya Müslümanları okullarda bizlerle tanıdılar.” diye konuştu.
Lise eğitimine 1991’de Wilhelm Raabe Schule’da başladığını dile getiren Pınar, okumayı çok sevdiğini özellikle Johann Wolfgang von Goethe ve Friedrich Schiller gibi Alman edebiyatının önde gelen yazarlarını ilgiyle okuduğunu anlattı. Pınar Almanya’da lise öğrencisiyken uğradığı ilk ayrımcılığa ilişkin şu ifadeleri kullandı:
“Edebiyatta notlarım çok iyiydi. Hatta sınıftaki en iyi notu alan kişi ben oluyordum. Bir gün öğretmen bütün sınıfa ‘Nasıl olur da sınıftaki en iyi notu alan en başarılı öğrencimiz bir yabancı olur? Bunu bana anlatabilir misiniz?’ diyerek öğrencileri sorguya çekti. Ben o yaşta bu bir iltifat mıydı yoksa hakaret miydi anlayacak durumda değildim ama yıllar sonra bunun çok ağır hakaret olduğunu daha iyi anladım.”
Hannover Leibniz Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1999’da kazandığını kaydeden Pınar, benzer ayrımcı tutumlara orada da maruz kaldığını ifade ederek, “Bize ‘Bunların burada ne işi var?’ der gibi bakıyorlardı. Almanya’da hukuk camiası hala elit tabakanın camiası olarak kabul edildiği için bizleri aslında oralara çok layık görmüyorlardı.” görüşünü paylaştı.
Pınar, Türk ve Müslüman kimliği nedeniyle ötekileştirildiğinin altını çizerek, şu anısını aktardı:
“Genelde sabah 8’de derse girince, okuldaki temizlik görevlileri işlerini bitirir ve binalardan ayrılırlar. Bir gün onlar vardiya bitirip çıkınca, bende içeriye giriyordum. Kapıdaki güvenlik bana ‘Siz işinizi bitirdiniz mi?’ dedi. Sanki oradaki temizlikçi kadınlardan biriymişim gibi davrandı. ‘Ben derse gidiyorum, temizlik görevlisi değilim’ dedim. Ben bunu aşağılamak için söylemiyorum ama onlar bunu aşağılayıcı bir amaçla söylüyordu.”
Üniversite mezuniyetinin ardından 2 yıl avukatlık stajı yaptığını dile getiren Pınar, “Başörtülü olduğum için stajı yaptırmadılar. Savcının yanında oturmamı bile çok görüp arka bankta oturmamı istediler. Üstelik bunu yüzüme söylediler. Bunlar çok onur kırıcı şeylerdi. Bir de bunu hukukçuların yapması, nötrlük, tarafsızlıkla bunu gerekçelendirmeleri hakikaten çok onur kırıcıydı.” şeklinde konuştu.
Pınar, Türkiye adına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) görevlendirilmek için 2018’de Avrupa Konseyine bildirilen 3 isimden biri olduğunu anımsatarak, “AİHM’in başörtülü bir hakimi asla kabul etmeyeceği kanaatine biz o zaman da varmıştık. Nitekim teyidini de aldık. İnsan haklarını en fazla anlatan, kimlikten, özgür iradeden bahseden bir Avrupa topluluğu, başörtülü bir kadının hür iradesiyle verdiği karara gelince, insan hakları sınırı, hoşgörü ve anlayışı bitiyor. Burada maalesef size bir set çekiyorlar.” ifadesini kullandı.
Almanya’da bu tarz ayrımcı tutumların temelinde yabancı düşmanlığı olduğunun altını çizen Pınar, “Biz yabancı düşmanı dediğimiz zaman bunun kesinlikle bir Türk ve Müslüman düşmanlığı olduğunu da ilave etmemiz gerekiyor. Almanya’nın bir Danimarkalı yabancıyla ya da bir İsveçli ya da komşu ülkeler Hollanda, Belçika ile sıkıntısı yok.” sözlerini sarf etti.
Pınar, Almanya’daki Türk göçmenlerin maruz kaldığı ırkçı ve ayrımcı söylemler nedeniyle hayallerinden vazgeçtiğini belirterek, şöyle devam etti:
“Her zaman daha iyi olmamız gerekiyordu. Her zaman kendimizi ispatlamanız gerekiyordu. Biz bu ayrımcılıkla bir şekilde mücadele etmeyi başardık ama emin olun mücadele edemeyen çok gencimiz de vardı. Örneğin benden sonraki nesilde genç kızlarımız ‘Selma abla ben öğretmen olmak istiyorum ama yasak olduğu için seçmedim, başka bölüm tercih ettim’ diyordu.”
Bugün Almanya’da 4 milyonu aşkın Türk nüfus bulunduğuna dikkati çeken Pınar, “Bizler ilk nesil olarak bu sıkıntıları yaşadık ama aradan 30 sene geçti. Çok uzun bir süre geçti ve bugün Almanya’da hala aynı konuları tartışıyor olmamız asıl sıkıntı diye düşünüyorum.” dedi.
Pınar, gençlerin “mağdur edebiyatı” yaparak sürekli şikayet etmesinin de çözüm üretmediğine vurgu yaparak, şunları söyledi:
“Çabalamamız gerek. Burada ‘Okta da var yayda da’ diye bir atasözü var. Ben her 2 tarafı da suçlu buluyorum. Evet, siyasette çok ciddi İslam düşmanlığı var. Medya bunu sürekli kışkırtıyor ama ‘Peki biz ne yapıyoruz?’ sorusunu sormamız gerekiyor.
Keşke bizler, Almanya’da siyasete karşı farklı kurumlara karşı daha aktif, daha girişken ve daha talepkar olabilsek. Belki bir şeyler değiştirebiliriz ama ‘Zaten bir şey değiştiremem, neden mücadele edeyim?’ düşüncesine kapıldığımız zaman hakikaten kaybettiğimizi düşünüyorum.”