Özlem OK
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Yazarlar
  4. Bir Yanda Saraylar, Bir Yanda Yanan Canlar

Bir Yanda Saraylar, Bir Yanda Yanan Canlar

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bugün 16 Kasım 2024.
Kalorifere sırtımı yaslamış, kitap okuyorum. Yazarın üslubu çok ağır. Kitabın başında Mevlana’nın şu sözü karşılıyor beni:
“Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.”

Bu cümle zihnimde yankılanıyor. Gerçeği görmekle görmek istememek arasındaki o ince çizgide dolanıyorum. Sıcaklık omuzlarıma kadar yükseliyor; gevşetmesi gerekirken boğazımda bir düğüm gibi oturuyor. Kaloriferin sıcağı sırtımı yakıyor. Kitabı bırakıyorum, elime telefonu alıyorum. Parmaklarım sosyal medya ekranında kayıyor. Bir masada mumlar, zarifçe sıralanmış… Ne kadar güzel, ne kadar kusursuz bir düzen. Ama bu görüntülerin ardında bir şey var. İçimi kemiren, gözlerimin önüne düşen bir yangın.

Yangında yitip giden beş kardeş geliyor aklıma. O yangın. Beş çocuğun birkaç saniye içinde dünyadan silindiği o anı… İçimden bir ses, “Alışıyorsun” diyor. Bu kadar acının içinde, bu kadar sessizlikle yaşarken başka ne olabilir ki? Ama sonra başka bir ses ekleniyor: “Alışmak, insanın en büyük kaybıdır.” Sobanın devrilmesiyle kül olan küçücük bedenler. Beş kardeş… Beş hayat. Daha anne kucağında büyümeden, dünyanın acımasızlığına teslim olan beş masum can. İçimde bir ateş yanıyor. Ama bu ateş, o sobanın alevlerinden daha sessiz, daha soğuk. Çünkü biz, o çocukları kurtaramayacak kadar sessizleştik.

Bir yanda koca koca saraylar var; ışıkları geceleri bile sönmeyen, duvarları soğuğun ne olduğunu unutan. Öte yanda hurda sobaya umut bağlayan bir ev. Isınmaya çalışan bir aile. Beş kardeş. Bir yangın. Söylenecek çok şey var gibi görünüyor, ama aslında hiçbir şey söylemek yeterli değil. Çünkü o çocukların çığlıkları, bizim sessizliğimizde kayboldu.

Bir annenin hurda toplamak zorunda oluşu… İnsanlar yine her zamanki gibi klavyelerinin başında yargıya oturdu. “Neden bırakıp gitmiş?” dediler. “Niye daha dikkatli olmamış?” dediler. Ama bilmezler ki çaresizlik, sobanın devrilmesinden çok önce başlamıştır. O çocukları yakan, annenin elleri değildi. O eller çaresizlikle doluydu. Asıl yangın, o ellere uzanmayan ellerdeydi.

Bu dünya böyle bir yer artık. Bir yanda lüks sofralar, sıcak odalar, duvarları dünyadan yalıtılmış saraylar. Öte yanda soğuktan korunmak için hurda soba yakan çocuklar.

Bir sobanın devrilmesi bir kazadır. Ama bir ülkenin bu kadar eşitsiz olması bir kaza değildir. Bir annenin çocuklarını soğuktan koruyamaması bir kaza değildir. İnsanların bu kadar yalnız ve korumasız bırakılması bir kaza değildir.

Şimdi size soruyorum: İnsanlık hâlâ yaşıyor mu? İnsanlık yalnızca sessizliği kırdığınızda, o yangına su taşıdığınızda dirilebilir.

Artık alışmak istemiyorum. Alışmak, insanı öldürür. Sessizlik ise insanlığı.

Başımız sağ olsun.
O gün yalnızca çocuklar ölmedi. O gün, insanlık öldü.

Özlem Ok- NHaber.nl

Bir Yanda Saraylar, Bir Yanda Yanan Canlar
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir