Omuzlarımda kocaman yükler, kafamda derin düşünceler… Zihnimde hep tekrar eden bir soru; Ne kaldı geriye!
Birisi çekip gittiğinde bıraktığı boşluk normal de; o boşluğu doldurmak için saçma sapan şeylere tevessül etmemize ne demeli? Bu, her insanın yaşadığı standart bir döngü müdür?
Her şey insanda başlıyor, insan da bitiyor. Kimilerine göre “insan insanın kurdudur”, iyimser olanlar bu temel kabulü “insan insanın yurdudur” diye yorumladılar.. Öze döndüğümüzde, kendimizle bir muhasebeye giriştiğimizde, kurt olan insanlar tarafından kemirilmemeyi, tüketilmemeyi, bizi biz yapan şeyleri kaybetmemeyi ümit ediyoruz.
Ansızın “bir saniye” diyesi geliyor insanın. Bir saniye; giden gitsin.. gitmek isteyenin gidişi, ona göre terkediştir elbet. Geride kalana ise terkedilmek olmamalı, yüklerden kurtulma, arınma, ve belki de yeniden doğuş olmalı.
Yaşadıklarım, gördüklerim, öğrendiklerim insan hikayesi hakkında bir şeyler anlatıyor elbet. O meşhur şarkıda söylediği gibi; “dertleri zevk edindim, bende neşe ne arar, elem dolu gönlümden gitmiyor hatıralar…” İşte bu sözler bir çok duyguya tercüman oluyor. İnsanız ya, bir tarafımız acıdan haz almayı tercih ediyor, acıyla büyümeyi, acıyla olgunlaşmayı tercih ediyor. Gidenin arkasından çektiğimiz ızdırap, ya da geleni acıya döndürmek, o içimizde yer etmiş acıdan haz alma tutkusunun bir sonucu olamaz mı!
Gündelik hayatın yaşattıklarını sorgulamak da güzel. İçinde bulunduğumuz halin acı mı, ızdırap mı, haz mı olduğunu sorgulamak, bir şeylerin idraki için çabalamak ve sonra kendimize yeniden bir çıkış yolu inşa etmek… Düşününce ne kadar etkileyici değil mi! Her insan, kendisine bahşedilmiş hayatı tasarlama ve yaşama özgürlüğüne sahiptir. Her insan tercihlerini beklentilerine göre belirleme, sonuçlara kendi iradesiyle cevap verme donanımına sahiptir. O halde, acıdan ızdıraptan şikayet ederken gerçekten şikayetçi miyiz, yoksa bu da acıdan aldığımız hazzın dışavurumu mu oluyor…
Devam edeceksin, devam etmezsen bir bedel ödeyeceksin…
Bütün sorgulamalardan sonra, insanın kendisini tanıması, neyi istediğine karar vermesi, tercihlerinin ve o tercihlerin sonucunu kabullenmenin kendi sorumluluğunda olduğunu idrak etmesi ne kadar önemli değil mi! Ne diyordu Doğan Cüceloğlu; “sen hüzünlüsün diye dünya sana yol vermeyecek”. O yüzden devam edeceksin, devam etmezsen bir bedel ödeyeceksin, düşeceksin.
Düsmek deyince, sağlıkçı tarafım öne çıkıyor ve aklıma “hipnik seğirme” geliyor. Uykuya dalarken, aniden düşme hissine kapılıp vücudumuzun silkindiğini çok görmüşüzdür. Bu aslında bir kontrol çatışmasıdır. Uykuda vücudumuz tüm bağlantıları keser, dış dünyadaki olaylara duyarsız hale geliriz. Ama kas kontrolümüz durmaz, beynimizde bir bölgede tetiktedir ve temel fonksiyonları kontrol etmek ister. Ne kadar da muazzam bir sistem değil mi!
Gidenin arkasından acılanırken, bu muazzam sistem geldi geçti gözümün önünden. Üzüntünün tavan yaptığı durumlarda, hayata mutlu mesut devam etme sorumluluğum aklıma geliyordu. Yaşayabilmem için, mutlu olabilmem için beynim bir çatışma içerisindeydi sanki. Sonra döndüm dedim ki; şu çekip gidenlerin arkasından kontrollü bir düşüş yapayım bari. Kazanmanın kaybetmenin olmadığı bir düşüş olsun. Yaşadıklarımı kabul edeyim, gidenlerin ve kalanların yaşattıklarına dair kendi sorumluluğumu hatırlayayım. bu da ders olsun bana. Size ders olsun elbet. Gidenlerin gidişini kabul ettiğimizde
Özlem Ok – nhaber.nl