Dün akşam çok anlamlı bir iftara gittim.
Anlamlı, çünkü 18 Mart Çanakkale zaferinin 110. Yıl dönümü kutlandığı, Gelibolu lalesinin tanıtıldığı, Hollanda Diyanet Vakfı’nın Rotterdam Laleli Cami’de düzenlediği iftara “Gitmesem olmazdı…”
Gittim gitmesine de az kalsın karizmayı çizdiriyordum!
Malumunuz geçenlerde VİP iftarları yazmış, plastik çatal- kaşık-tabak ile servis yapılan iftarlara gitmediğimi vurgulamıştım.
Haberini bu linkten okuyabilrsiniz.
Ne kadar okuyanım varmış, ya da okuyanlarım çoğu sırf benim için gelmişler gibi hissettim. Nerdeyse her okuyan, duyan oradaydı..
İftar vaktine 20 dakika kala salona girdim, anında beni gören iki güzel insandan watsap mesajı geldi, hemde fotoğraflı…
Protokol masası dahil herkesin önünde plastik tabak, çatal kaşık vardı.
Eyvah dedim ama bir yandan da sevindim, çünkü bazı yerlerde olduğu gibi protokole porselen tabak, metal çatal- kaşık, diğerlerine plastik değildi, herkes eşitti:-)
Tebrik ederim.
Ama benim durumun vahimdi.
İftar vaktine 3-5 dakika kala etrafımda 4-5 aşina sima ellerinde cep telefonu fotoğrafımı çekmek için bekliyorlardı
Fotoğrafımı çekip daha önceki yazımı hatırlatacaklar, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dercesine beni ti’ye alacaklar, belki de sosyal medyada fotoğraflarımı paylaşacaklardı.
Onlara o fırsatı verir miyim HİÇ…
Ezan okunması ile birlikte plastik şişeden ( bardak yoktu) önce suyumu, ardından plastik çorba kasesini kafama dikip içitim. ( O kadar da olsun değil mi, akşama kadar aç kalmışım ) ardından bir dilim baklavayı elimle gömdüm. Rotterdam için nikotin vakti geldiğini haber verdi ciğerlerim. Bahçeye çıkıp nikotin iftarımı da açarken sevdiğim bir kardeşim karton bardakta bir çay getirdi onu da içtim… ( Oysa cam bardak olmadan içmezdim hani. )
İşin bu kısmı bir yana, Çanakkale Zaferi’nin kutlandığı, Hollandalı lale üretcilerinin 17 yıl üstünde çalışıp ürettikleri ve Gelibolu Lalesi adını verdikleri lalenin tanıtımının yapıldığı bir iftar daha farklı ve anlamlı olabilirdi.
Ben olsam mesela Çanakkale Savaşının ruhunu hissettirmek için o yüzbinlerce Çanakkale kahramanlarının o günlerde yediği karavana gibi üzüm hoşafı, bulgur pilavı veya buğday çorbasından oluşan bir menü hazırlatırdım. Hem masrafı daha az, hem sunumu daha kolay ve manevi değeri yüksek ve de anlamlı olmaz mıydı?
Caminin gençlik kollarından gençlere hani şu Çanakkale Geçilmez adlı tiyatro oyununda oyuncuların giydiği asker elbiselerni giydirip, verirdim ellerine karavana kazanlarını, kepçeleri masa masa dolaşıp bir kepçe üzüm hoşafı bir kepçe çorba veya pilav dağıttırırdım..
(Orada olmayanlar için yazıyorum, menü malum düşük bütçeli düğün yemekleri gibiydi..)
Ve hatta ve özellikle kendime bir kıyak yapar M. Akif’in Çanakkale Destanı şiirini ya da kendi yazdığım ana haber bültenlerinde de okunan Çanakkale şiirmi kendime okuturdum…
Neyse yazıyı narsizme, melankoliye, drama hatta Küçük Emrah’a bağlamandan şu gerçeği hatırlatmadan olmaz.
Genelde şairler öldükten sonra kıymetlenir, derler.
Ve final, dostlarla hasbihal edip arabama doğru yürürken ardımdan, “ Yavuz bey, Yavuz abi unutma sakın, yazmasan olmaz” diye seslenen arkadaşlar, yazdım işte, oldu mu?
Yavuz Nufel- NHaber.nl