“Sinan Can… Mütevazı, cesur ve her şeyden önce vicdanlı bir insan. Gazetecilik dünyasında onun adı, hakikati aramaktan korkmayan, savaşın ortasında bile insan olmanın ne demek olduğunu unutmayan biri olarak anılıyor. Kendisiyle yaptığımız röportaj boyunca, onun ne kadar derin bir insani bağ kurabildiğini, hem işine hem de insanlara duyduğu büyük sevgiyi bir kez daha gördüm. Sinan Can’ı dinlerken, cesaretine ve dürüstlüğüne olan hayranlığım daha da arttı.”
Özlem Ok’un kaleminden Sinan Can portresi
***
SİNAN CAN KİMDİR?
Sinan Can, 1977 yılında Hollanda’nın Nijmegen kentinde doğan Türk kökenli bir gazeteci ve belgesel yapımcısıdır. Eğitimini Tilburg Üniversitesi Basın ve Yayın Fakültesi’nde tamamlamıştır.
Özellikle savaş bölgeleri ve insan hakları konularında yaptığı belgesellerle tanınmaktadır. “Klas van Elias” ve “Wapenroute” adlı belgesel serileriyle büyük yankı uyandırmış, bu çalışmalarında savaşın etkilerini ve silah ticaretini derinlemesine ele almıştır. Cesur gazeteciliğiyle bilinen Can, uluslararası alanda önemli bir isim olarak kabul edilmektedir.
***
Sinan Can’ın gazeteciliğe olan ilgisi, babasının gazetecilere duyduğu saygı ve Uğur Mumcu gibi isimlerden ilham almasıyla başlamış. Henüz çocukken Uğur Mumcu’nun öldürülmesi, onu derinden etkilemiş ve gazeteciliğin sadece bir meslek olmadığını, topluma karşı büyük bir sorumluluk taşıdığını anlamış. Bu sorumluluğu kavrayarak çıktığı yolculukta, Mehmet Ali Birand ile yaptığı staj da onun kariyerinde önemli bir dönüm noktası olmuş. “Medya dünyası bir yılan kuyusudur, eğer bu iş seni aşarsa, geri dön,” diyen Birand, ona bu dünyanın zorluklarını en başından hissettirmiş. Ancak Sinan Can, yılmamış; aksine bu öğüt onu daha da güçlendirmiş.
Savaş bölgelerinde yaptığı çalışmalarla tanınan Sinan Can, gerçeği anlatmak uğruna hayatını riske atıyor. Libya, Irak, Suriye ve Afganistan gibi tehlikeli bölgelerde çalışırken, fiziksel tehlikelerin yanı sıra duygusal yüklerin de ne kadar büyük olduğunu anlatıyor. Bir belgesel çekimi sırasında, Suriyeli bir kız çocuğunun onu babasına benzeterek bir bavul hazırlayıp onunla gitmeye çalıştığı anıyı paylaşırken, Sinan Can’ın gözlerinde hem hüzün hem de derin bir empati vardı. “Onun babası olmadığımı öğrenmesi, ikinci bir travma oldu,” dediğinde, savaşın çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisini bir kez daha anladım. O çocukla aralarındaki bağ hâlâ sürüyor ve bu, Sinan Can’ın işine sadece bir profesyonel olarak değil, vicdanıyla da yaklaştığını gösteriyor. O küçük kız, Sinan Can’ın elini tutmuş, kucağına oturmuş ve ona güler yüzüyle yaklaşmış. Ama en dokunaklı anı, o küçük kızın merdivenlerden büyük bir çabayla bavulunu indirmeye çalışıp onunla gitmeye hazır olduğunu gösterdiği zamandı. Bu, Sinan Can’ın ruhunda derin bir iz bıraktı.
Sinan Can’ın vicdanı sadece savaş bölgeleriyle sınırlı değil; onun yüreğinde taşıdığı insani değerler, en çok çocuklara duyduğu hassasiyetle öne çıkıyor. O, sadece savaşın ortasındaki çocukları değil, aynı zamanda geleceği inşa edecek olan tüm çocukları önemsiyor. Bu nedenle, Şems Rumi Vakfı adını verdiği vakıf aracılığıyla çocuklara eğitim ve kıyafet yardımı sağlıyor. Bu vakıf, Şems ve Rumi’nin dostluğundan ilham alarak kurulmuş, bir dostluk vakfı. Ancak Sinan Can’ın hedefleri bu kadarla sınırlı değil. Erzincan’da bir bilim köyü kurmayı planlıyor ve bu onun “en büyük hayali”. Çocukların geleceğine olan inancıyla bu projeyi hayata geçirmeyi planlıyor.
Gazetecilik; etik, doğru ve dürüst haber yapmaktır
Sinan Can’ın işine olan bağlılığı, dürüstlük ve vicdan üzerine kurulu. “Etik doğru ve dürüst haber yapmaktır,” diyor. “Hakikat olmalı, bazı şeyleri farklı göstermek yararsız ve zararlı.” En önemli ilkesinin dürüstlük olduğunu vurgularken, gazeteciliğin sadece bilgi aktarmak değil, topluma doğruyu söyleme sorumluluğunu da beraberinde getirdiğini anlatıyor.
Yaşar Kemal’in İnce Memed romanından bir nükteyi sık sık hatırlatıyor: “Dünyada çok şey kolay, ama insan olmak zor.” Bu sözü, onun gazetecilik yaparken yaşadığı zorlukların ve topluma karşı hissettiği sorumluluğun bir özeti gibi. İnsan olmanın ve kalmanın zor olduğu bir dünyada, Sinan Can bu zorluğu göze almış biri.
Onunla sohbet ederken, ne kadar mütevazı olduğunu fark etmek kaçınılmaz. Bir yandan büyük projelere imza atıyor, savaş bölgelerinde hayatını riske atarak gerçekleri belgelemeye çalışıyor, ama kendini asla dev aynasında görmüyor. Bu onun en etkileyici özelliklerinden biri. Ne kadar başarılı olursa olsun, her zaman alçakgönüllü kalmayı başarmış. “Beni Birand ile aynı seviyede görmek beni aşar,” diyerek gösterdiği bu mütevazılık, işine olan saygısını ve insan olma çabasını daha da derinleştiriyor.
Ancak Sinan Can’ın insanı derinden etkileyen yönlerinden biri de, tüm bu ağır deneyimlere rağmen iyimserliğini ve insan sevgisini koruyabilmesi. Savaşın getirdiği duygusal yüklerden kurtulmak için bazen kendine “çizgi film terapisi” uyguluyor. Özellikle Robin Hood gibi iyilerin kazandığı, kötülüğün her zaman kaybettiği hikayeleri izlemek ona bir rahatlama sağlıyor. “Çizgi filmlerde kötüler hep kaybeder, iyiler hep kazanır,” diyor. Bu basit ama güçlü iyimserlik, onun gerçeklerle yüzleşirken bile nasıl pozitif kalabildiğini gösteriyor.
Sinan Can’ın Projeleri Uluslararası Film Festivallerinde Sayısız Ödül Kazandı
Sinan Can’ın projeleri uluslararası film festivallerinde pek çok kez yer aldı ve sayısız ödül kazandı. Ancak o, ödülleri kişisel bir başarıdan çok, ekip çalışmasının bir ürünü olarak görüyor. “Sayısını hatırlamıyorum, ödül çok ama arkada çalışanlar diye bir gerçek var,” diyor. Sinan Can, başarılarının arkasında görünmeyen bir ekibin emeği olduğuna her fırsatta vurgu yapıyor. “Bu bir ekip çalışması, ekip arka planda daha çok çalışıyor ve sizler onları görmüyorsunuz. Ödüller hepimizin,” diyerek, yaptığı işin sadece bireysel bir zafer olmadığını, büyük bir takımın eseri olduğunu belirtiyor.
Sinema yolculuğunun başına dönecek olsa yine aynı yolu izlerdiğini belirtiyor. “Evet, kesinlikle aynı yolu izlerdim. Tüm zorluklarına ve risklerine rağmen, yaptığım işi seviyorum ve bu yolculuk beni hem profesyonel hem de kişisel olarak büyüttü. Yaşadığım tecrübeler, karşılaştığım insanlar ve anlatmak istediğim hikayeler beni bu noktaya getirdi. Geri dönüp baktığımda, başka bir yol seçmeyi düşünmezdim.”
Duygusal etkisi yüksek hikayeler seçme ve işleme sürecini de şu sözlerle özetliyor: “Tamamen bakış açısı ve hissetmekle alakalı. Ben hikayeyi yerinde buluyorum; orada dinliyor, duyuyor, yaşıyorum ve bu deneyimleri belgeselin içine dokuyorum. Fırat belgeselim bunun en iyi örneklerinden biri. Olayları ve insanları yakından deneyimleyerek, izleyiciye aynı duygusal yoğunluğu aktarabilmeyi hedefliyorum.”
Amacı Belgesellerinde Savaşın Gerçek Yüzünü Göstermek
Belgesellerinde savaşın gerçek yüzünü göstermek amacının olduğunu belirtirken, izleyicilerin savaş hakkındaki algısını değiştirme konusunda şu çarpıcı cümleyi kuruyor: “Maalesef, çok fazla etkilemiyor. Eğer etkileseydi, savaşlar devam etmezdi. İnsanoğlu, yaşananlardan ders almıyor ve aynı hataları tekrarlıyor.”
Genç gazetecilere ve belgeselcilere de önemli mesajlar veriyor. Sektörde gençlerin az olduğunu ve basına ilginin giderek azaldığını söylüyor. Onları bu alanda motive etmeye çalışan Sinan Can, “Tutkuyla işini yapacak yeni nesil gelsin ve bizden bayrağı devralsın,” diyor. Gazetecilikte etik değerlere ve dürüstlüğe olan inancıyla, bu alana adım atacak yeni neslin hakikati savunmalarını istiyor.
Sonuç olarak, Sinan Can sadece bir gazeteci değil, insanlığın iyiliği için mücadele eden bir hikaye anlatıcısı. Onunla sohbet etmek, savaşın yıkıcılığına tanıklık eden biriyle değil, bir dostla çay içer gibi rahatlatıcı ve ilham verici. Cesur, vicdanlı ve kalbi kocaman bir insan. Sinan Can, sadece gerçeğin peşinden koşan bir gazeteci değil, aynı zamanda kalbiyle hareket eden bir insani değer savunucusu.
Sinan Can, 1977 yılında Hollanda’nın Nijmegen kentinde doğan Türk kökenli bir gazeteci ve belgesel yapımcısıdır. Eğitimini Tilburg Üniversitesi Basın ve Yayın Fakültesi’nde tamamlamıştır. Özellikle savaş bölgeleri ve insan hakları konularında yaptığı belgesellerle tanınmaktadır. “Klas van Elias” ve “Wapenroute” adlı belgesel serileri çok ses getirdi. Bu çalışmalarında savaşın etkilerini ve silah ticaretini derinlemesine ele almıştır. Cesur gazeteciliğiyle bilinen Can, uluslararası alanda önemli bir isim olarak kabul edilmektedir. Son olarak, 20 Haziran’da yayınlanacak İsrail-Gaza Savaşı üzerine çektiği yeni belgesel, İsrail ve Filistin arasındaki çatışmaların insani boyutlarını derinlemesine inceleyen çarpıcı bir çalışma olarak izleyiciyle buluşacak.,
Savaşın ortasında çocuklara duyduğu derin hassasiyet beni çok etkiledi.
Onunla sohbet ederken, savaşın ortasında çocuklara duyduğu derin hassasiyet beni çok etkiledi. Bir yandan tehlikelerin göbeğinde haber yaparken, diğer yandan geride bıraktığı çocukları düşünmeden edemiyor. O anların verdiği acıyı hafifletmek için çocuklara yardım eli uzatması, sadece gazeteci olarak değil, insan olarak da ne kadar özel bir karakter olduğunu gösteriyor.
Son olarak, Birhan Keskin’in şu dizeleri aslında her şeyi çok iyi özetliyor:
“Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun, olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun. Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!”
Bu sözler, Sinan Can’ın yaptığı işin özünü en derin şekilde anlatıyor. Çünkü o, dünyanın acılarını, göz ardı edilen hikayelerini ve unutulan insanlarını dünyaya duyurmayı kendine görev edinmiş bir hikaye anlatıcısı.
Özlem Ok – Nhaber.nl