Her zaman mutlu olmak, sürekli olumlu düşünmek mümkün mü? Daha da önemlisi, mümkün olsa bile sağlıklı mı?
Son yıllarda “pozitif düşünce” akımı öylesine yaygınlaştı ki, insanlar mutsuz olmaktan neredeyse utanır hale geldi.
Her durumda mutlu görünmek, hayatın her yönünü olumluya yormak, kötü hisleri bastırmak… Peki, bu gerçekten sağlıklı bir yaklaşım mı?
GERÇEKLİĞİ GÖRMEK Mİ, KAÇMAK MI?
Hayat sadece güzel anlardan ibaret değil. Acı da var, hayal kırıklığı da, öfke de… Eğer hep pozitif düşünceye odaklanırsak, olumsuz duygularımızı inkâr etmiş olmaz mıyız? Halbuki insanın büyümesi ve gelişmesi, hatalarından ders almasıyla mümkündür. Sürekli mutlu olmaya çalışırken, ders almamız gereken deneyimleri kaçırabiliriz. Örneğin, bir başarısızlık yaşadığımızda hemen “Boşver, bunda da bir hayır vardır” diyerek geçiştirmek yerine, “Neden başarısız oldum? Nerede hata yaptım?” diye düşünmek daha öğretici olmaz mı? Sürekli pozitif düşünmeye zorlanmak, bazen önemli dersleri kaçırmamıza sebep olabilir.
OLUMLULUĞUN DENGESİ OLMALI
Elbette olumsuzluk içinde kaybolmak da sağlıklı değil. Ama her şeyi pembe gözlüklerle görmek de bir çözüm değil. Hayat inişleri ve çıkışlarıyla bir bütün. Dengeyi bulmak önemli:
• Olumsuz duyguları bastırmak yerine kabul etmek: Mutsuz olduğumuzda bunu inkâr etmek yerine, nedenini anlamaya çalışmalıyız.
• Hatalardan ders çıkarmak: “Her şey güzel olacak” diyerekhataları yok saymak yerine, onlardan ne öğrenebileceğimize odaklanmalıyız.
• Gerçekçi iyimserlik: Körü körüne pozitif olmak yerine, gerçekçi bir iyimserlik geliştirmeliyiz. Yani, sorunları görmezden gelmeden, çözüm odaklı bir bakış açısı benimsemeliyiz.
Toksik pozitiflik, insanı mutlu etmek yerine duygusal olarak köreltir. Gerçek mutluluk, tüm duygulara yer açabilmekle, bazen üzülmeyi, bazen hata yapmayı ve bazen de olumsuzlukları kabul edebilmekle mümkündür.
HATALAR DA İNSANI GELİŞTİR
Unutmayalım, gökyüzünde sadece güneş değil, bazen yağmur da olmalı ki, toprağa can gelsin.
Elbette olumlu bakış açısı önemli. Umut etmek, mücadele etmek, hayata tutunmak değerli. Ama sürekli mutlu olmayı zorunluluk haline getirmek, acıyı yok saymak insanı gerçekten güçlü kılmaz. Hatta tam tersine, insanın ruhunu yorar, kendisiyle yüzleşmesini engeller. Çünkü acı da
öğretir. Hata da geliştirir. Üzüntü, insanın içini kazıyıp yeniden inşa eden bir ustadır. Sürekli iyi hissetme zorunluluğu, insanın ruhunda suni bir aydınlık yaratır; ama içsel bir boşluk bırakır.
Bazen üzgün olmak gerekir. Bazen yıkılmak, bazen gözyaşı dökmek… Bunlar, insan olmanın doğal parçalarıdır. Çünkü hayatın dengesi budur: Gecenin karanlığı olmasa gündüzün aydınlığı ne kadar kıymetli olurdu?
Hayatı olduğu gibi kabul etmek, yalnızca mutluluğa tutunmak değil, hüznü de kucaklamaktır. Çünkü insanı gerçekten güçlü kılan şey, zor anlarında bile duygularına dürüst kalabilmektir. Mutluluk bir hedef değil, yolda bazen karşımıza çıkan bir anıdır. Bunu unutmadan yaşamak
gerekir.
Şerife Bozoğlan Eker- NHaber.nl